Yazar İskender Pala, “İki Darbe Arasında”yı yazdı. Ertuğrul Özkök, Pala’yı aradı ve kitabı anlatan yazı yazdı. Özkök, yargıya gideceği için intihar edenleri yazınca, Pala dayanamadı ve 28 Şubat’tan bir hatırlatma yaptı ki…
Yazar İskender Pala’nın “İki Darbe Arasında” kitabı çok tartışıldı. Daha da tartışılacak, çünkü Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda asker olduğu dönemde yaşadıklarını ve askerden atıldığı günlerdeki gelişmeleri anlatan önemli bir kitap.
28 Şubat’a ilişkin askerin içini yansıtan kitap ne yazık ki bugüne kadar yazılmadı. Pala’nın kitabı, bu açıdan önemli.
Pala’nın son kitabı ile ilgili Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, peşpeşe birkaç yazı yazdı. Pala’nın ilk yazı için diyeceği yok ama sonrakilerin nasıl çarpıtıldığını anlattı ve isyanını net bir şekilde ortaya koydu:
İki darbe arasında
Ertuğrul Özkök, “İki Darbe Arasında” adlı kitabım hakkında “Sanki İlahi Bir Tesadüf” başlıklı bir yazı yazdı (Hürriyet, 6 Şubat). Yazının yayınlanmasından bir gün önce de beni aradı.
Aramızda nezaket ve iyi niyet yüklü bir konuşma geçti. Kitabımı takdir ettiğini söyledi ve birbirimizi anladığımızı karşılıklı teyid eden cümlelerle veda ettik.
Sayın Özkök daha sonra kitap hakkında iki yazı daha yazdı. Bunlardan birinde Sabah gazetesine verdiğim bir mülakatı söz konusu ederek (Hürriyet 16 Şubat) 28 Şubat üzerine söylediğim şu sözlere yorum getirdi:
“Bakın, 28 Şubat’ın hiçbir şeyini desteklemem, her şeyine karşı çıkarım ama Müslümanların ve İslamiyet’in yeniden gözden geçirilip, içindeki birtakım yanlış uygulamaların da masaya yatırılabilir olması açısından 28 Şubat bence olumlu olmuştur. İslamiyet adına bir sürü hurafe etrafımızı sarmıştı, sakalından, cüppesinden, sarığından asasına kadar. Ve şimdi İslamiyet’in daha evrensel olduğu, daha kapsayıcı olduğu anlaşıldı. 28 Şubat Müslümanların kendini sorgulamasını sağlamıştır.”
Sayın Özkök benim bu samimi sözlerim üzerine 28 Şubat sürecinden ders alarak yoluna devam eden bir Müslümanlığa vurgu yapıyordu. Halbuki benim o mülakatta sözünü ettiğim hususlar 28 Şubat sürecinin Ali Kalkancılar, Aczimendiler, Fadime Şahinler üzerinden İslam’a aitmiş gibi gösterilen yanlışlıkları ve bazı mesnetsiz uygulamalar idi. Bu süreçte dindar oldukları için mağdur edilen insanlar ve onları mağdur eden düşüncenin zihnindeki İslam algısındaki hurafeler idi. Medya kanallarından din adına pervasızca konuşan bazı kişiler idi.
Mülakatın ses kaydına bakıldığında bütün bunlar anlaşılacaktır. Sözlerimden sanki 28 Şubat sürecinin İslam’ı hizaya getirdiği gibi bir sonuç çıkarılması mümkün değildir, çünkü ben hiç böyle düşünmedim. Bilakis din adına o döneme gösterge yapılmış bazı medyatik hurafelerden (abartılmış kılık kıyafetler, ellerde asa ile yürüyen görüntüler, gümüş yüzük-altın yüzük tartışmaları, horoz keserek kurban ibadeti yerine getirilmiş olur mu lakırdıları vs.) kurtulmaya vesile olduğunu vurguladım. Yoksa beni döven sopayı ele geçirip dayak yiyenlere vurmaya başlamam mümkün değildir. O zaman benim yaptığım bir hak mücadelesi olmazdı zaten.
Sayın Özkök kitabımdan yaptığı bir başka alıntı vesilesiyle 28 Şubat sürecinde İslami kesimin özeleştiri yaptığını vurgulayarak -benim de katıldığım- laik kesimin de kendi hurafelerinden kurtulmak üzere özeleştiri yapması gerektiğine dikkat çekiyor ve İki Darbe Arasında’nın önsözünde TSK’dan atıldıkları için onurunu yitirmiş muamelesi gören insanlara sözü getirerek bir cümlemi alıntılıyor, şöyle diyordu (Hürriyet, 17 Şubat):
“O kadar ki çoğu evine ekmek götüremedi, bazısı çocuklarının okul masrafını karşılayamadı. İçlerinden bu aşağılanmaya dayanamayıp intihar edenler çıktı.
İşte ben, tak diye bu son cümleye takıldım.
‘İçlerinden bu aşağılanmaya dayanamayıp intihar edenler çıktı’ cümlesine.”
Evet bu doğruydu. Askerden atılmalar canlara malolmuştu. Lakin acaba yargılanmadan ordudan atılan birinin intiharı ile yargıya çağrıldığı zaman intihar eden birinin intiharını eşit tutabilir miyiz? Gerçi yaşanan trajedi açısından her ikisine de üzülürüm ve Türkiyemizin, artık bireyleri ne sebeple olursa olsun intihar eden bir ülke olmaktan kurtarılması gereğini her zaman savunurum, ama YAŞ mağdurları üzerinden Ergenekon sanıklarını masum göstermeyi tasvip etmem. Darbecileri savunan hiçbir cümle de bana ait olamaz.
Öte yandan, kitabımın satır aralarında alıntılanıp üzerinde düşünülecek daha yüzlerce cümle var. Lütfen okuyanlar onlara da dikkat çeksinler!..
Mesela askeriyede dindar olduğu için disiplinsiz sayılan subaylara ilişkin cümleler… Mesela babaları/kocaları yargılanmadan TSK’dan kapı dışarı edildiği için dağılan ailelerin hikâyeleri… Mesela suçlarının ne olduğunu bilemeyen, şereflerine leke sürülerek toplumun vebalı saydığı insanların yaşamları… Mesela şerefsizce yazılmış imzasız mektupların şerefsizce mizansenleri… Mesela evine ekmek götüremeyen babaların yüreğindeki kederler… Arkadaşlarının aramaz olduğu, dostlarının kaçıp gittiği, girdiği işyerinden de kovulan ve birkaç yılda çöküveren dağ gibi insanların şakaklarında biriken hüzünler… Mesela babası askeriyeden atıldığı için sicili bozulan beşikteki bebeğin öyküsü… Mesela boğazlara düğümlenip anlatılamayan hatıralar… Mesela bir isim… Mesela bir tarih… Mesela bir… Mesela…
Beni duyan birileri var mı?
İskender Pala / Zaman
Evet Değerli İnsan İskender Pala.
Kendi adıma senin sesini duyuyorum.,Seni anlıyorum.
Çünkü kitabını çok dikkatkle okudum.
Anlattıkların 22 yıl giyidiğim ve leke sürmediğim üniformamın üzerimden çekilip alınması manasında aynı yazgıda birleşiyor. Anlattıklarında abartı olmadığı gibi edeben söylenmemiş konular var.
BU gün yargılanan Ergenekon çetesi ile YAŞ madurlarının aynı kefeye konularak değerlendirilmesi edepsizlikten başka bir şey değildir.
Aynı imiş gibi göstermeye çalışanlara da sorulması gerekir.
Ne taraftan bakıyorsun diye.
Evet insanlar baktıkları tafatan görürüler.
Umreye gidişini haftalarca yazan ve reklam malzemesi yapan Ertuğrul Özkök’ten adil bir yazı çıkmayacağı malum. Biz onu eskiden tanırız.